Göğe Bakma Durağı
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Turgut Uyar
|
Hâmûşân Sâzende
Ahmed Çağlar Erdoğan
29 Kasım 2013 Cuma
Kahverenginin Türevleri …
Kahverenginin
Türevleri … 29.11.2013 Cuma
Niye soğuk vurdu ki bu kadar bugün bedenlerimize? Neden
üşüdük ki bu kadar. Halbuki her zamanki soğuk her zamanki poyraz esiyor. Yine
aynı gökyüzü ve Yine Mikail üflüyor. Yine aynı Tanrı ve Yine onun kaleminden
dökülen emirler. Ama bu kez neden iliklerimize kadar don? Neden her zerremiz
ayrı titriyor? Suratlarımızın ekşiliği artmış. Kaşlar çat çat ve alınlar karış
karış büzülmüş. Kulaklar gerneşiyor. Yumruklar sıkılmış. Üşüyen ama aldırmayan
yumruklar. Bu kez rüzgar acaba başka dünyadan mı esiyor? Başka yaratıklar
hissettiler mi acaba dünyadaki çaresizliğimizi, kirlenmişliğimizi? Küçük prensin
ruhumu düştü acep dünyaya. Yoksa bir sokak çocuğumu dua etti tanrıya. Bulutlar
mı tükürüyor yüzlerimize yoksa rüzgar mı tokatlıyor çehrelerimizi? Tabiat ana
kucağını neden açmamış bu kez gökkuşağına. Niye kahverenginin türevlerine
bürünmüş? Gökkuşağı öyle olmamalı halbuki. Bittiği yerde çanak dolu altın
olmalı. Niye bitmiyor bu kasvetli renk? Bittiği yerde yoksa kezzap kazanı mı
bekliyor bizleri ? Rayihalar susuz. Mahcup yedi cüceler. Değirmenler müzdalip…
Şairler okuma yazmayı unutmuş gibi. Aşıklar habersiz. Mecnun dilsiz. Şehirler
yalnız. Hele İstanbul’um yapayalnız. Uzaklar utanıyor. Gurbetin yüzü
kıpkırmızı. Yanakları al al olmuş hasretin. Sılaya vurgunken yıldızları
devirmiş. Sübhan olan Tanrı kullara mı küs? Hamd yok mu ona? Şükür etmemiş mi
zengin? Zengin Direnişte Fakir Dilenişte mi yoksa ? Sözgelimi Gökler kararmış
Dünyayı kasvet mi sarmış?
Minik eller kanlarla boyanmışken hangi melek fezada rahat
uyur ki … Resmedilince ürperen tüylerin dik duruşu gibi dursaydı bizler o
gözler kapanır mıydı çaresizliğe. Tanka taş atan miniğimin hikayesini
anlatırken dökülen gözyaşını içirseydik o bebelere ağlar mıydı analar cenneti
ellerinin tersiyle itip çocuklarını bağrına basan analar. Dilsiz şairler
kafiyelerine koysaydı zulmü ya. Kitaplar eskitselerdi klavyelerinde.
Buğzetseydi köleler sahiplerine. Mezarlıklar müze mi olmalıydı illa gerçek
zulmü görüp onlara acımak için ? Musallalar dolmalı mıydı vücudunda kan bile
kalmayan miniklerimle. Hiç bir şey için geç değilken durdurulamaz mı bu zulüm.
Bu kibir bitmez mi. Öfkeyi kaldırsak aradan ? Rüzgar belki eskisi gibi meltem
edasıyla eser. O zaman yüzler güler nefesler alınır sonbaharın kuru
gürültüsüyle. Belki miniğimin eline kan değil pastel bulaşır o zaman. Güzel
olmaz mı tanrım? Bu düzeni kuran sensen düzeni unutur musun sen hiç? Yarattığın gibi kalamayan yüzleri ıslah et.
Ve söz verdiğimiz gibi kalamayan bizleri de Mücadeleden kıl. Hâmûşân kulun…
Hâmûşân
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)