Hâmûşân Sâzende

Ahmed Çağlar Erdoğan

3 Aralık 2013 Salı

2 Aralık 2013 Pazartesi

Seher Vakti

Seher vakti sevilmez mi hiç ? Nurun rengi merak edilmedi mi hiç ? O kızıllığı bilmez misiniz ? Alaca bi kızıl vurur göğe. Gündüzün mavisinden, Şehrin gürültüsünden , gecenin karanlığından uzak o rengi merak etmediniz mi ? Sizi huzura erdirecek o kızıllığa tutulmamak eldemi. Aşık mı olmak istiyorsunuz ? Seher vaktini sevin. Sonra sabaha kadar bekleyin ve açın pencereleriniz. Güneşin çıplaklığını görmeyin. Sadece Tanrı'nın mükemmelliğini izleyin. Güneşin doğuşu değildir mevzu aslında. Onu ortaya koyanın güzelliğini betimler seher vakti. Nuru betimler. Rabıtalar o vakitte güzeldir hep. Feyz o vakitte güzeldir. Feyz-i İlahiyi sorarsınız ya insanlara. İşte o andadır Feyz-i İlahi. Carpe Diem demiş fransızlar. Gerek yok kelimeleri güzelleştirmeye. En güzeli An'ı Yaşa dır... Teslimiyetin arttığı o Anı yaşamaktır tüm güzellik aslında. Ne gecede vardır o güzellik Ne sabahın edasında... Ne ikindide ne akşamın alacakaranlığında. Seher vaktidir vakitlerin en güzeli. Yelkovanında akrebinde kendini bıraktığı vakittir o vakit. Uykunun en tatlı o vakit olmasının sebebi de İblis'in sizi o vakitte kitlemesidir aslında. İstemez ademoğlunun o vaktin tadına varmasını... İşini bilir o. Ama anlatmaktır en güzeli o vaktin güzelliğini... Kırmızıyla sarının gök mavisinin tukuazın tüm güzelliğiyle şarkı söylemesidir o vaktin rengi. Açacaksınız bir ney taksimini. Sonra bekleyeceksiniz gurbetteki sevdiğinizi bekler gibi. Vefasız değildir seher vakti. Tüm ışığıyla sarar bedeninizi. Gözleriniz kamaşır güzelliğinden. Hiç bir kadın onun kadar güzel değildir. Hiç bir koku tat vermez o vakitte. İzlersiniz mükemmeliyeti. İstanbulda karaköyden doğan Galata gibi doğar gönüllerinize. Hayranlıkla izlersiniz. İsmindeki azameti anlarsınız o vakitle buluşunca. Sevgilinizle buluşma vaktini ayarlayın seher vaktine. O renk vurunca sevdiğinizin yüzüne. Bir kez daha aşık eder O vakti yaratan sevdiğiniz güzelliğe. Ama kıskanır her göz o vaktin güzelliğini.
Ben kimim ki o azameti anlatayım. Kelimelerim bile karışıyor zihnimde. Sözler öyle çaresiz kalıyor ki o vakti anlatırken. Hani derler ya anlatılmaz yaşanır. Yaşayacaksın sadece. Bir gece bekleyin ve perdenizin arasından süzülen o renge aşık olun. Güneşin çıplaklığını görmeyin. Sadece ışığına verin kendinizi. O alaca kızıllığa... O Kuru sessizliğe.. 

Siz hiç aşık oldunuz mu?

Siz hiç aşık oldunuz mu?
Böyle yüreğinizi tanıyamadığınız, istem dışı sürekli aklınıza gelen biri oldu mu?
Kitap okurken, okuduğunuz sayfayı defalarca okuyup hiçbir şey anlamadığınız anlarınız oldu mu?
Benim oldu.
İskender pala okurken, aklıma takılan biri oldu, yüreğim kapardı önceleri, sonra içimde kelebeklerin uçtuğunu hissettim, sonra gözümden yaş döküldü avuçlarıma.
Çok sonraları fark ettim, kelebeklerin ömürlerinin kısa olduğunu.
Ama hep sevdim, günü, geceye bağlayan akşamın serinliğinde üşüdüm ben.
Öyle üşüdüm ki, sevgimin arttığını hissettim içimin yangınında, üşümeyi unuttum, ama sonra yine fark ettim ki, çok üşüyen, çok yanıyormuş.

Siz hiç özlediniz mi?
Böyle ö(z)lüyorum derken, z harfini söyleyemeden, ölüyorum dediniz mi?
Saçma sapan bir film izlerken, aklınızda sürekli sizi otoban gürültüsü gibi rahatsız eden biri oldu mu?
Benim oldu.
Sezen Aksu dinlerken, bir "Geçer" Şarkısında buldum yüreğimi, tanıyamadım, oda tanıtmadı kendini, düştüm kara sevdanın içine de, yüreğimi çok özledim.

Siz hiç birine dokunmadan aşık oldunuz mu?
Sırf gözlerine bakarak, yürek fısıltılarını duydunuz mu hiç?
Seviyorum demek kolay yahu, peki bunu duymadan, duymayı aklından bile geçirmeden sevdiğiniz oldu mu?
Benim oldu.
Önceleri zor oldu, sonra alışıyor insan bu sevdaya, ölüme bile alışan insan, sevdaya nasıl alışmasın ki?
Kalbinizin genişlediğini hissediyorsunuz, aklınız sürekli onda, bozuk bir saatin takılı kalması gibi, sürekli onu düşünüyorsunuz.
Buna da alışıyor insan zamanla, nasıl alışmasın ki, zamanın tersi namazla.
Allah diyorsunuz, büyüklüğünü sorgularken, kalbiniz onun aşkına düşüyor, aşkın kalbi olduğunu anlıyorsunuz.
Allah kerim derken, yarim sözünü kalp söylüyor, kalbe emir veriyor Allah'ta, unutturmuyor.

Siz hiç Allah'a birini anlattınız mı?
Ben anlattım.
Anlatıyorum, susmuyorum, susamıyorum, düştüm bir kara sevda içine de, bazı geceler nefes bile alamıyorum.

Siz hiç birine dua ettiniz mi?
Ben ettim.
Dedim ki;
dualarım, Rabbim ile benim aramda, bir gönül sırrı.



Denizde karartı var
bu gelen kayık mıdır,
Ben özledim yarimi
ağlasam ayıp mıdır,
Oy dumanlar dumanlar
hep dağları sardınız,
Yüreğimin derdini
bilseniz ağlardınız,
Karardı Karadeniz
taştı bu yana taştı,
Haber verin yarime
gözlerim doldu taştı,
gemi mil ilen olur
sevda dil ilen olur,
güzeller çok var ama
meyil birine olur.

Kazım Koyuncu

1 Aralık 2013 Pazar

Mecnun'un Duası

‘’Gecede raks eden güneş
Dibinde su kızdırıyor
Eski bir aşkın türküsüyle dağlarda
Gökten iniyor leyla
Doldurmuş ceplerine aşkı ve Mecnun’un duası

   Kumların birleştiği an diz çöküyor…’’

Galata Çağlar'a Kan

Galata Çağlar’a Kan

Yeditepe üstünde sevdalı
Mehtaba dokunur
Buğulanan gözleri yamalı
Galata usulca geceye soyunur.

Olmamıştı Ömründe endamlı
Sözlerini gönlüme savur
Titreyen ellerin, geçmişin nasırlı
Okşar denizi esrik vapur…

Yaşanmamış böylesine çağlar
Hayallerime işlenmiş elifli güvercin
Gözlerimde şaha kalksın Sevincin

Peykanından süzülmüş siyahım
Martı sessizce kan
Galata Çağlar'a kan…

(a.k.b)

Kudüs Kadar Derin Sevgilim

‘’Gelir zaman gider zaman… Rüzgâr tokatlar saçları… Güneş teselli eder… Yağmur dayanamaz nefete… Nefet yükselir gökyüzüne… Gökyüzü efkârlanır fezaya… Fezada melekler âmin der duaya…

Önce Besmele…
En güzel kelime demiş üstad…
Bismillah. Her harfi aşkla…
Allah. Her harfi özlemle…

عشق … İrdeleyelim harfleri… Hasret fısıldar harekeleri…
Sen ‘’ش’’ ömür  “ع” ile ‘’ق’’ cennet arasında sonsuz bir umut. Hep var olacak tebessüm... Kudüs kadar derin Sevgilim…
‘’ ش ‘’ sonu kadar yürekten sarmalayan ruhumu…
“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın’’

Hüzün… Bir sen bir hüzün…

29 Kasım 2013 Cuma


   
Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

Turgut Uyar

Kahverenginin Türevleri …



Kahverenginin Türevleri …                                                                           29.11.2013 Cuma


Niye soğuk vurdu ki bu kadar bugün bedenlerimize? Neden üşüdük ki bu kadar. Halbuki her zamanki soğuk her zamanki poyraz esiyor. Yine aynı gökyüzü ve Yine Mikail üflüyor. Yine aynı Tanrı ve Yine onun kaleminden dökülen emirler. Ama bu kez neden iliklerimize kadar don? Neden her zerremiz ayrı titriyor? Suratlarımızın ekşiliği artmış. Kaşlar çat çat ve alınlar karış karış büzülmüş. Kulaklar gerneşiyor. Yumruklar sıkılmış. Üşüyen ama aldırmayan yumruklar. Bu kez rüzgar acaba başka dünyadan mı esiyor? Başka yaratıklar hissettiler mi acaba dünyadaki çaresizliğimizi, kirlenmişliğimizi? Küçük prensin ruhumu düştü acep dünyaya. Yoksa bir sokak çocuğumu dua etti tanrıya. Bulutlar mı tükürüyor yüzlerimize yoksa rüzgar mı tokatlıyor çehrelerimizi? Tabiat ana kucağını neden açmamış bu kez gökkuşağına. Niye kahverenginin türevlerine bürünmüş? Gökkuşağı öyle olmamalı halbuki. Bittiği yerde çanak dolu altın olmalı. Niye bitmiyor bu kasvetli renk? Bittiği yerde yoksa kezzap kazanı mı bekliyor bizleri ? Rayihalar susuz. Mahcup yedi cüceler. Değirmenler müzdalip… Şairler okuma yazmayı unutmuş gibi. Aşıklar habersiz. Mecnun dilsiz. Şehirler yalnız. Hele İstanbul’um yapayalnız. Uzaklar utanıyor. Gurbetin yüzü kıpkırmızı. Yanakları al al olmuş hasretin. Sılaya vurgunken yıldızları devirmiş. Sübhan olan Tanrı kullara mı küs? Hamd yok mu ona? Şükür etmemiş mi zengin? Zengin Direnişte Fakir Dilenişte mi yoksa ? Sözgelimi Gökler kararmış Dünyayı kasvet mi sarmış?
Minik eller kanlarla boyanmışken hangi melek fezada rahat uyur ki … Resmedilince ürperen tüylerin dik duruşu gibi dursaydı bizler o gözler kapanır mıydı çaresizliğe. Tanka taş atan miniğimin hikayesini anlatırken dökülen gözyaşını içirseydik o bebelere ağlar mıydı analar cenneti ellerinin tersiyle itip çocuklarını bağrına basan analar. Dilsiz şairler kafiyelerine koysaydı zulmü ya. Kitaplar eskitselerdi klavyelerinde. Buğzetseydi köleler sahiplerine. Mezarlıklar müze mi olmalıydı illa gerçek zulmü görüp onlara acımak için ? Musallalar dolmalı mıydı vücudunda kan bile kalmayan miniklerimle. Hiç bir şey için geç değilken durdurulamaz mı bu zulüm. Bu kibir bitmez mi. Öfkeyi kaldırsak aradan ? Rüzgar belki eskisi gibi meltem edasıyla eser. O zaman yüzler güler nefesler alınır sonbaharın kuru gürültüsüyle. Belki miniğimin eline kan değil pastel bulaşır o zaman. Güzel olmaz mı tanrım? Bu düzeni kuran sensen düzeni unutur musun sen hiç?  Yarattığın gibi kalamayan yüzleri ıslah et. Ve söz verdiğimiz gibi kalamayan bizleri de Mücadeleden kıl. Hâmûşân kulun…



Hâmûşân